yerleri kilosu 9 lira olan kare taşlarla döşenmiş sokaklardaydım. yan yana sıralanmış apartmanların üçüncü kat pencerelerine dikkat ederek yürüyordum. hafif alkollü ruhum ile gözlerimin artı kararmış taklidi yapıyordum.

ben galiba biraz "valla açıkçası" ile başlayan cümlelerin insanıyım diye düşünüyordum. toplu mutluluklara karşı bazen hırslanıyordum. asıl meseleyi sanki ben biliyormuşum da, diğerlerine söylemiyormuşum gibi. 

rastgele yürürken, girmeyi tercih edeceğim sokakları asfalttaki ışık akışkanlığı oranına göre seçiyordum. ama bu kez, bankamatiklerin tam karşı tarafında duran ve bankamatiklere dikkatlice bakan kırmızı bereli bir kızı görerek seçtim gireceğim sokağı. yanına gidip eski sevgilisini özlediğine inandırmak istedi canım. fakat bankamatikteki bir oğlanı izlediğini görmem bu düşünceyi kesti. onun da sıradan bir bankamatik çetesi üyesi olduğunu düşündüm ve hareket etmedim. son zamanlarda epey çoğalmıştı bu tipler. bankamatikleri uzaktan izleyip, işini bitiren insanların yanına gidip para istiyorlardı. yabancı birinden para istemek bence çok utanç verici. ama hala geçen günkü elemanın bana "yanlış anlamayın ben tinerci değilim. sizi genç gördüm. bir lira yirmi beş kuruşunuz var mı?" demesini anlamlandıramıyorum. fakat bu kez para isteme potansiyeli olan kişinin bir kız olması bana ilginç gözüktü ve sırtımı duvara dayayıp izlemeye karar verdim. 

oğlan bankamatikten ayrıldığında, çektiği paraları cüzdanına düz şekilde sığdırmakla uğraşıyordu. tam bu sırada kırmızı bereli kız oğlana doğru yürümeye başladı ve bu da benim para isteyeceği ihtimali üzerinde daha fazla düşünmemi sağladı. onları izlediğim yerden seslerini duyamazdım. kırmızı bereli ve beyaz paltosu olduğunu yeni fark ettiğim kız, oğlana sanıyorum "pardon" benzeri bir şey dedi. ardından bir soru cümlesi yönelttiğini, oğlanın hafif şaşırmış ve düşünceli surat ifadesinden anladım. oğlan "tamam" dedi. kız cebinden aceleyle telefonunu çıkardı ve "jeux", "oui" ve bolca yumuşak g içeren fransızca bir şarkı açtı. ve daha önceden anlaşmış gibi dans etmeye başladılar. 

daha fazlasını öğrenmek istemiyordum. garipsemeye vücudumdaki alkol miktarı yüzünden üşenmiştim. fakat bu üşenmelerin evde tuvaletin ışığını yakmaya üşenmem ile tam bir kaosa dönüşebileceğini hesaplayamamıştım. klozetin kapağını açmamıştım.

antidepresanlardan yaptığım kulenin üstüne işedim.

sonra fransızca bir müzik çalmaya başladı. kırmızı bereli bir antidepresan ile dans etmeye başlamıştım. biraz garip kokuyordu ama burası tuvaletti zaten. ama şunu merak ediyordum;
gerçekten de bir lira yirmi beş kuruşum var mıydı?



O: antakyalıyım ben.
ben: off yemekler çok güzel. mesela künefe ne kadar orda?
O: üç lira falan. (hafif geçiştirmeye çalışarak, utangaç bir gülümsemeyle)
ben: oha ya. burda 8 lira.

-hatırlamıyorum-

ben: ne okuyorsun?
O: ***** (anlamadığım, spesifik bir kelime)
ben: ne?

kulağımı ona yaklaştırarak eğiliyorum. ayak uçlarında hafif yükselerek kulağıma ağzıyla yaklaşıyor.

O: *****
ben: ne?
O: aşçılık okuyorum. (o kelimenin türkçesini söyledi)

-hatırlamıyorum-

ben: napoliye gittin mi?
O: -hatırlamıyorum-

aramızdaki geçenlerden sadece bu kadarını hatırlıyorum.






  bir kaç gündür nerelerde uyuduğumun, uyuyup uyumadığımın, rüya görüp görmediğimin algısında sorunlar yaşıyordum.

kasım.

19 yaşında evliydim. bir kızım vardı. ben araba kullanmayı bilmediğimden arabayı arkadaşım kullanıyordu. kızım benim kucağımda ağlıyordu ve bana annesini sordu. annesinin üstüne başına salça bulaştırdığını, şu an bagajda uyuduğunu söyledim. arabayı kullanan arkadaşım sürekli bana yanlış yaptığımı, işlerin nasıl bu hale geldiğini, polis fark ederse ne diyeceğimizi soruyordu. şok içindeydi ve bana bağırıp duruyordu. sadece denize doğru sürmesi gerekirken, yüzüme şok cümleleri yağdırmaktan gözlerini yoldan çektiği de sık sık oluyordu.

kızım konuşmayı henüz öğrenememişti. sadece anne ve anneanne demeyi biliyordu. ona annesinin yüzmek istediğini, bu yüzden denize gittiğimizi söyledim. evden aceleyle çıkarken en sevdiği oyuncaklarını almıştım. ben ne kızımın annesi kadar sessiz, ne de arabayı kullanan arkadaşım kadar paniklemiştim. sadece denize ne kadar yaklaştığımızı ve kızımın ağlamasını nasıl durduracağımı düşünüyordum.

deniz kıyısına vardık. arkadaşımdan kızımı kucağında tutmasını istedim. 

"kızıııım! bak! anne yüzmeye gidiyor! 1.. 2.. 3.. gittiiii!"

denizden gelen sesle, batıp çıkan kütleyi izledim. kızım ağlamaya devam ediyor, annesinin ismini sayıklıyordu. 

"kızııım! canıııım! bana bak! ce-eeee. ce-eeee!"



hiç de namuslu olmayan bir gecenin tam tamına dibine çöktüm.

gözlerimin net gördüğünü söylememekle birlikte, kulaklarımın da boğuk duyduğunu söyleyebilirim. depresyonumun olgunlaşmadığı lise yıllarımdaki halindeyim. gibiyim. değilim. gibi değilim, öyleyim.
yalnız seyahat ediyorum sokaklarda. sokakları seviyorum. çişim geliyor. çevremdeki seslere karşı duyarlılığım en yüksek derecede. çenemin biraz kasıldığını farkediyorum. efkar, benim için fazla arabesk. sonbaharın kışa yaslandığı bir gece. hava kar kokuyor. eskimiş taşlı binalara vuran basık sarı ışıklar. insanların seslerini dinleyerek karakterlerini çözüyorum. lisede, saat akşam sekizde silivri otobüsüyle, silivri'de olmayan evime dönerken dinlediğim parçayı dinliyorum. kafamı cama yaslamış, midemdeki, duygulardan kaynaklanan ağrıyı iç çekerek bastırmaya çalışıyordum. şimdi ise sağa sola bakarak yürüyorum. kafamı koyacak pis bir taş, omzuna kendimi bırakacağım bir sırt arıyorum. bulamıyorum. bu kadar ileri gitmemem gerekirdi. başım dönüyor. bu kadar içmemeliydim. üstüne üstlük o beş hapı da hiç mi hiç içmemeliydim.

ne kadar sefil hissettiğimin farkında bile değilim. biriyle tanışmak belki acımı hafifletir. ama bilmiyorum. ona ne söyleyebilirdim. soru cümlelerinin sonundaki nokta gibiydim. en kötüsü de, bulanmış midemin sadece aşk düşündüğümde bana tepki vermesiydi. gecenin bu saatinde sokaklara kustuğum için tutuklanmak istemiyordum.

biraz taş almam lazımdı. o çocuğun numarası neydi? bu saatte ne olursa olsun almam lazımdı. yüzüm düşmüştü. ertesi günü düşünmek dahi istemiyordum. iki gün boyunca bir daha kullanmamaya yeminler, kendime küfürler edecektim. yataktan kalkamayacaktım. bu gece ne olacaksa olacaktı. basri'ymiş çocuğun adı. uyanık olduğunu tahmin etmiştim. kapıdan içeri girdiğimde hemen gözbebeklerine baktım. küçülmekten neredeyse yok olacak gibiydiler. ayrıca kıpkırmızı olmuştu gözleri de. "gel gel otur" dedi. ikram etti. yerde yatan, siyah kazaklı ve bayılmış diğer üç oğlanla birlikte yaklaşık kırkiki dakika ahmet kaya dinledik.

onun eli ayağı tutmadığı için ben böldüm. borçlarını dört aydır ödemediğim kredi kartımı kullandım. ilk ben çektim. sonra o, sonra ben. bayıldı.

dördünü birden sürükleye sürükleye küvete götürdüm. hepsi kara kuru olduklarından taşımakta düşündüğüm kadar zorlanmadım. hepsini üstüste dizdim. soğuk suyu açtım. paltomu giydim. dışarı çıktım.

 içimden bir mutluluk geliyordu.



şiir dinletilerinden nefret ederim.
fakat zorla getirilmiş değildim buraya.

her zaman şiir okumam. çünkü şiirler çok uç-duygudurumlarıdır.
okuduğum günlerden biriydi;
adı iki uzun satır kaplayan bir şiir okumuştum.
güzeldi şiir. aynı kadınları düşünmemiştik okurken. ama ben onu bir şiire sığdıramıyordum zaten. uzun zaman sonra bir şiiri bana iki kere okutturabilen adam, kendi şiirlerini okuyacaktı. şairler kendi şiirlerini iyi okuyamaz derler. doğrudur, katılırım. eskiden birkaç kaset dinlemiştim. bazıları gerçekten de ilkokulda tahtaya 23 nisan kompozisyonu okumak için çıkan çocuklar gibi okuyordu. hayalkırıcı.

bu şairden neden fazlasını umdum hatırlamıyorum. şiiri güzeldi belki onun kredisi vardı. belki de bana fulya'yı unutturan kadına adayacak bir şiir aradığımdandı. bilemiyorum. 

200 kişilik bir salondu. sahne çok yüksek değildi. kırmızı kumaşlarla aceleci dekorlar yapılmıştı. seyirciler arasında bir tek ben standart bir tipolojiye sahiptim. bir kısmı öğretmen, bir kısmı emekli, bir kısmı sosyete kabulu bekleyen sarışın ortayaşlı sevişemeyen kadınlar, bir kısmı da yavşak lise öğrencileriydi. bu şair neden böyle bir kitleye hitap ediyordu? şiiri çok güzeldi.

takım elbisesi ile geldi. masasına oturdu. şiirinin adını okudu. ruhsuz okudu. "adını okuduğundandır" diye düşündüm. şiirin ilk dizesi kısaydı. onu okudu. seyircilere baktı. okumaya devam etti.

3. dizeden sonra salonu terkettim.
sosyete kabulu bekleyen sarışın ortayaşlı sevişemeyen kadınlardan ikisi beni ayıpladı.
dışarı çıktığımda yağmur vardı.
onu düşündüm,
bazı kadınları şiirler anlatamıyordu.



2 sene önceydi.
bir kış günüydü.

havada çok keskin bir rüzgar, montuma değdiği zaman beni resmen aşağı doğru iten bir yağmur vardı.
üzgündüm.
sebebini hatırlamıyorum. -hatırlamak istemediğimden olabilir.-

kafamda montumun kapşonu vardı ama kalın yağmur damlaları bazen burnumu ıslatıyordu. yukarı doğru baktım, koyumavi ve gri karışımı bir hava üzerinde kopkoyugri bulutlar. bir yağmur damlası gözbebeğime damlayana kadar bakabildim. sahil yakında değildi. ama bir yerlere oturmak istiyordum. yaklaşık iki buçuk saattir yürüyordum. nasıl gördüğümü hatırlamıyordum.

hani bazen birşeylerin bittiğini anladığın zaman hayal kırıklığına uğramazsın ya? çok acıdır o. bu gencin yüzünde onu görüyordum. ince gözleri, -bende olmadığı için kıskanmadığım- kendiliğinden yukarı şekil almış dik saçları, koyu bir teni ve ince bir bedeni vardı. elleri cebindeydi. yola doğru bakıyor, 17 dakikada bir geçen arabaları izliyordu. "17 yaşındadır sanırım"  diye düşündüm. suskundu. sebebi vardı.

benim ona yakın durduğumu anladı. arkasını döndü, 0.2 saniyeliğine bana baktı. sonra hemen yukarı doğru baktı. rahatsız oldu. yanına gittim. "yağmur da dövüyor bizi ha!" dedim. sırıttım. samimiyetsizdim.

yalan olduğunu sadece benim anlayabileceğim şekilde tebessüm etti. sakallarım vardı. "evet abi, ama benim hoşuma gidiyor." dedi. çok yakın sayılmayacak yerdeki dağlara baktı. elini gözpınarlarına götürdü. başparmağı ile orayı kazdı. öksürdü. anladım.

"bırakıp gitti demi orospu?" dedim. içinden güldü, yere baktı. ellerini cebine koydu. "yok be abi. ben kaçtım." dedi. bakışlarımı ondan çektim, onun baktığı yere bakmaya başladım. düşünüyordum. 

"aç mısın?" dedim. içini çekti. "yok abi. sağol." dedi. "bi çorba içelim beraber" dedim. yolda hiç konuşmadık. ben işkembe istedim, o mercimek. boğazından geçmiyor gibiydi. "hiç mi geri dönemezsin?" dedim. "olmaz abi." dedi. duraksadı. bir anlığına düşündü. "olmaz" dedi. 

"bittiğini anladığında hayal kırıklığına uğramadın demi?" dedim. kafamı çorbadan kaldırdım. "çok acıdır işte o" dedim. kafasını sallayarak beni onayladı. 

kalktım.
çorbaların parasını ödedim.
dışarı çıktım.
yağmur azalmıştı.
bi iki buçuk saat daha yürürdüm.
sanırım.



klasikleşen gece yürüyüşlerimden birindeydim. sadece ağaçlardan oluşan, orta bölgeleri bi hayli ışıksız, bastığım yerlerden çıkan hırt hart sesini çok sevdiğim ormanda yürüyordum. tam ormanın çıkışında, kaldırımda oturmuş ve suratından, içinden birilerine küfrettiğini anlayabildiğim bir adam vardı.

yanına oturdum. bana küfretse önemli değildi. saldırırsa da hızlı kaçmak için gerekli payı oturuşumla bırakmıştım. bana döndü, bir süre bana baktı. bende ona baktım. bir süre sonra kafasını çevirdi. yere baktı. ayağıyla yerdeki kırışmış kağıdı ezdi. bir saniyeliğine yine bana baktı. kafasını çevirdi.

o bunları yaparken onu izledikten sonra, bende farklı bir yere bakmaya başladım. "yanlış yaptım yanlış. ama hata bende değil ki. herif öyle bir şarkı yapmış ki, biriyle ayrılırken dinledim ağzıma sıçtı, biriyle birbirimize aşık olduğumuz da dinledim, yine ağzıma sıçtı." diye söylendi bir anda.

bir şarkının içine iki kadını sığdırmıştı.

sanırım bir kadın ona " beni düşünme" demişti. o da alıp o kadını o şarkının içine sokmuştu. "öldürdün değil mi ikisini de?" dedim. "e n'apsaydım?" dedi. pişman değildi. çünkü hissettikleri ona ağır geliyordu. aslında o masumdu. sadece iki kadını, bir şarkının içine sığdırmıştı. 

ve şimdi hatıralarını zihnindeki bir 3 dakika 47 saniyede taşıyordu. fazlası onu üzerdi. omzuyla kolunun birleştiği yere hafifçe dokundum. yanından kalktım. benim kalkışımı izledi. sonra ormana doğru bakmaya başladı.

iyi fikirdi aslında. 
dexter'ın kan lamları gibi. 
kadınları şarkıların içine sığdırıp, sonra gece lambalarının altında yürümeye devam etmeliydin..

yolun ortasında durdum, kafamı çevirdim. yere baktım. yerdeki kırışmış kağıdı ayağımla ezdim. 
yürümeye devam ettim.